Kıbrıs'a gelirken, kedimiz Tarçın'ı annemlere bırakmıştık. Aslında bana kalsa ayrılmazdım, ama annemlerin kedisi Çirkin hastaydı, karnında kistler büyüyor, ameliyat oluyor birkaç ay sonra yeniden büyüyordu. Babam, "Çirkin'in durumu iyiye gitmiyor, Tarçını alma, bizde kalsın" deyince bıraktım tabii. Birkaç ay sonra Çirkin'imizin son operasyonundan sonra toparlanamadığını öğrendik.
Kedilerle olan hikayelerimiz çeşitli... İlk kedim Çirkin, siyah beyaz renkli, olabildiğince yakışıklı bir Ayvalık beyefendisiydi. Kendisini tam 13 yıl önce Ayvalık sokaklarında yürürken bulmuştum, gel demiştim, gelince de bizim kedimiz olmuştu. Pek asil, pek mağrurdu. Burnu düşse eğilip almazdı. Ev ahalisine farklı farklı davranırdı, bir tek babamın kucağında saatlerce yatardı. Babamın hastalığı çıktıktan sonra Çirkin de kanser oldu. Babamdan önce öldü. Çirkin'i öyle sıkıştırıp sevmek filan mümkün olmazdı pek. Isırırdı, çizerdi. Ama çok, çok güzeldi. Buz gibi bir kış günü gitti.
Sonra baba evinden uçup, çalışmak için İstanbul'a yerleştiğimde bir gün Tarçın'la karşılaştım. Çalıştığım yayın evinin bir işi için Fulya'daki renk ayrımcıda bulunuyordum. Tarçın da kapının önünde kendisine verilmiş poğaça ve börekleri tıkıştırıyordu ağzına. Tekirdi. Hemen sevimlilikler, bir şeyler derken, ablaya yazıldı* Tarçın. Alıp eve götürdüm. 11 yıl önceydi. Tarçın 1 yaşındayken evlenip Ankara'ya taşındım, hep bizimleydi. Kızım doğduğunda da onu asla uzaklaştırmadık. Hatta bebek ayakta sallanırken gelir ayakucuna yatar onunla sallanırdı. Tarçın kadar iyi huylu ve sevgi dolu bir kedi görmedim, hiçbir kediyi de onun kadar sevmedim. Henüz. Tarçın'ı anneme can yoldaşı bırakıp buraya geldiğimizde bir yıl kedisiz yaşadık. Ama ne kitapsız ne kedisiz olunmuyor değil mi? İnsan alışmasın bir kez o mırıltılara, sıcaklığa.
Kedi kedi kedi dedim ve bir gün Cesur'u bulduk kızımla birlikte. Eve dönüyorduk, Tarçından daha iri daha koyu renkli bir tekirdi. İçinde göründüğü kedi grubundan daha başka bakıyordu gözleri. "Anne alalım ne olur" dedi kızım. Ben de onu çağıracağımı, gelirse bizimle kalabileceğini söyledim. Fark etmişsindir sevgili okuyucu bu kısma kadar bütün kedileri sokaktan topluyorum. Ve gel dediğimde gelen kediyi alıyorum yalnızca. Bence seçim karşılıklı olmalı. Cesur iki kocaman caddeyi geçip bizimle eve kadar gelince hem adını hak etti hem de bizim balkona yerleşti. Bir ay kadar bizimle yaşadı, bir gün boynunda bir şişlik oluştu ve ne oluyor veterinere mi götürsek diyene kadar Cesur ortadan kayboldu. Belki başka bir eve kapılanmıştır diye düşünmek istiyorum. Bir hayvan tarafından ısırılıp zehirlenmiş de olabilir diye düşünüyorum doğrusu.
Benimse hala gözüm sokaklardaki kedi yavrularındaydı... Son olarak, oda arkadaşım kedisinin yavruladığından bahsetti. Yavrulara yuva arıyordu. Bir tanesine talip olduk. Bir gün gidip evinde gördük, alacağımız yavruyu seçtik. Ama hala annesini emiyordu, almadık bekledik. Bir ay daha geçti, artık büyümüştü. Aldık eve geldik. Adını Çörek koyduk, çörekotu uzun olur diye...
Fotoğraf: Hakan Dağ |
İlk defa annesi babası belli, sokağa patisini basmamış bir yavrumuz oldu. Sağlık karnesini çıkarırken veteriner cinsini sordu, annesi korat, babası tiffany chantille dedim. Eve gelince karneye baktım, siyah yazmış oraya :) Ne olursa olsun zaten, önemli mi? Tekir olsun taştan olsun derdim hep, ama karapisiler de ne güzelmiş... Tarçından iyi huylu olamaz hiçbir kedi derdim, ama onun kadar iyi ve uysal. Bir araştırmaya göre siyah hayvanların sahiplenilme oranı diğerlerine göre çok düşükmüş. Kimi insanlar hala uğursuz olduklarına inanıyor. Hayvanların ya da insanların yaftalanması ne zaman bitecek acaba?
Fotoğraf: Hakan Dağ |
*Ablaya yazılmak, bkz. Vicdan, İlban Ertem
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder