18 Ocak 2011 Salı

Suya bir taş atmak üzerine

Benim huzursuzluğum hiç bitmiyor. Sürekli bir şey yapmak zorundayım, sakin ve rahat kalamıyorum. Hiç boş duramam, gözlerimi öyle uzaklara daldırıp derin derin iç çekemem. İşlerimin biraz rahatladığı zamanlarda rahatlamak şöyle dursun, acaba şimdi ne yapsam diye döner dururum.

Bir TİK'i daha geride bıraktığım bu günlerde yine benzer bir durumdayım. Evet düzeltmelere başlamadım daha, kendime şöyle bir iki hafta izin vereyim kafam dağılsın dedim ama duramadım.

  • Önce kendime uzun zamandır ihmal ettiğim web sitemi yaptım; gerçi blogdan bozma ama derli toplu en azından. 
  • Sonra evde bir takım düzenlemelere giriştim. 
  • Ardından okuldaki odamı toparlamaya çalıştım (kimse gülmesin, olabildiği kadar işte). 
  • Mutfak masasında papier maché yapmaya başladım. 
  • Balkon bahçeciliği konusunu araştırırken, kompostun balkonda da yapılabildiğini öğrendim. Bir kovanın içinde denemeye başladım. 
  • Kompost için madem organik çöp ayrılıyor, elim değmişken bütün çöpleri ayırmaya başladım. İki haftadır büyük bir ciddiyet ve bağlılıkla kağıt, metal, cam ve plastiği ayırıyorum. Ayrı yerlerde biriktiriyor, yakındaki Migros'a götürüyorum. Orada kumbaralar var. Daha önce oturduğumuz yerde de denemiştim çöp ayırmayı ama çöpçülerden önce gelen araştırmacı kardeşlerin torbaları deşmek suretiyle hepsini dağıtıp karıştırdıklarını görünce hevesim kaçmıştı. Şimdiyse her gün belediyenin atık toplama kamyonu gelip alıyor ayrılanları. 
  • Bu arada Hakan'ın yeni ofisindeki devasa masif masayı boyamaya başladım. Toplantı masası ve ofisin tam kalbinde duruyor. Göz kırpmadan elime teslim etmelerine hala inanamıyorum. Üstelik aklıma geleni yapıyorum, kuş kafalı adamlardan, 100 gözlü Argos'a, Şahmaran'dan türlü mitolojik ve kendi uydurmasyonum olan  karakterlere... Her birinin bir öyküsü var tabii, hepsi aslında ajans manifestosunda buluşuyor. Fotoğraf çekemedim ki daha ekleyeyim. Belki bu hafta sonu çekerim. En son bu hafta sonu korkunç bir baş ağrısıyla gittiğim ofisten 4 saat sonra pırıl pırıl çıktım. Ama hiç kafamı kaldırmadım. En son kocaman kırmızı bir Simurg çizdim. 
  • Okuldaki görevleri hiç saymıyorum bile, bu yazının konusu, mesai saatleri dışında yaptıklarım. 
  • Çok sıkıldığım bir akşam eski bir tişörtümden bir kolye, bir yelek ve iki saç bantı elde ettim. 
  • Doğadaki Son Çocuk'u yarıladım, birkaç makale ve birsürü blog okudum. Jack London'ın bir kitabını hüplettim. 
  • Bir sezon "Person Unknown" izledim bitirdim (Full mutfakta yemek yaparken izledim bunu da) 
  • Bunlar yalnızca 2 haftanın bilançosu, ve hatırlayabildiklerim. 
Hala da hiç birşey yapmıyormuş ve hiçbir işe yaramıyormuş gibi hissediyorum kendimi. Herhalde bütün odağım tez olduğundan, tekrar ona dönünce geçecektir. Buraya da yazayım da kaçışım kalmasın, Haziran'a bitirebilmeyi umuyorum. Zaman utandırmasın. 

Sevgiler.  

4 yorum:

beste dedi ki...

bu bir dakika bos duramama hali bende de var cok yorucu ama. Bir tanidigima gore nerdeyse hiperaktif derecesinde yerinde duramayan ve hep birseyle mesgul olanlar iclerindeki endiseden kaciyormus! Arada yuruyuslere gidip kendimce en hicbir sey yapmadigim anlari yaratiyorum. Bu caliskan ari ruhu olsa gerek:)

beste dedi ki...

bu bir dakika bos duramama hali bende de var cok yorucu ama. Bir tanidigima gore nerdeyse hiperaktif derecesinde yerinde duramayan ve hep birseyle mesgul olanlar iclerindeki endiseden kaciyormus! Arada yuruyuslere gidip kendimce en hicbir sey yapmadigim anlari yaratiyorum. Bu caliskan ari ruhu olsa gerek:)

Kırmızı Şapka dedi ki...

Evet içimdeki endişeden kaçıyor olabilirim. :)

Nihan dedi ki...

tezim bitti de rahatladım. 3,5 yıl önce vermiştim sonra da bir kafede geç saatlere kadar tadını çıkarmıştım.kolaylıklar dilerim