27 Aralık 2006 Çarşamba

"E Ge, Bari..." ve Masal Üzerine

"İnsan tutkuları bilmecemsi şeylerdir ve bu çocuklarda da yetişkinlerdekinden daha farklı değildir. Buna yakalananlar ne olduğunu açıklayamazlar, benzeri hiç bir şeyi yaşamamış olanlarsa kavrayamazlar. Bir dağ doruğuna ulaşmak uğruna hayatlarını tehlikeye atan insanlar vardır. Nedendir; hiçkimse, kendileri bile açıklayamaz...kısacası ne kadar insan varsa, o kadar da değişik tutku vardır." (Michael Ende, Bitmeyecek Öykü, Çev: Saadet Özkal, Kabalcı Yayınevi, 1999, sf 13)

Düş dünyası Fantazya'nın yok oluşunu konu eden "Bitmeyecek Öykü" bu paragrafla başlar... Fantazya, insanların hayal gücünden beslenen uçsuz bucaksız bir ülkedir. Ancak günümüzde insanlar artık hayal kurmaktan vazgeçtikleri için varoluşu tehlikeye girmiştir.Parçalanıp yok olmaya başlamıştır. Kitap bir kurmacadır kuşkusuz, gerçek olansa insanlığın yüz yıllardır yarttığı düş dünyasının korunmasının önemidir. Masallar, düşler ve söylenceler; insanı insanlaştıran, çevresindeki anlamlandıramadığı olaylar üzerine açıklayıcı, tuhaf ve son derece yaratıcı öyküler yazması, yıldızlara bakıp masallar uydurması değil miydi geçmişte?

Yani insanın düş kurabilen bir yaratık olması, en az alet yapabilmesi kadar önemli değil midir?

Masallar dinleyicisi olduğu sürece yaşarlar. Dinleyen, yeni şeyler ekleyerek anlatan ve hayal edenler kalmadığında; Ende'nin kitabındaki gibi masallar dünyası yok olmaya yazgılıdır.

Peki masal yalnızca çocuklar için midsir? Tolkien diyor ki "Çocuklarla masallar arasında bir bağ kurulması evcil tarihimizin bir kazasıdır." (J.R.R. Tolkien, Peri Masalları Üzerine, Altıkırkbeş Yayınları, 1999, sf 53)


Gerçekten de masal denen anlatı biçimi başlangıçta yetişkinlere yönelik olarak çıkmıştı. Bugün çocuklar için diye bildiğimiz masalların çoğu çocuklar için uyarlanmış versiyonlardır. Ben de bu canlandırma filmi yaparken çocuklara yönelik bir şey tasarlamadım. Düşündüğüm şey, yaşadığımız stres dolu şu kargaşa içinde yetişkinlerin de masala ihtiyacı olduğuydu. Murathan Mungan “Masala inanmayan gerçeğe inanır mı?” diyor. Masallar sandığımızdan daha önemli çünkü. Çoğu yetişkinin unuttuğu düş dünyası tohumları. Çocukken kolayca inandığımız masalları sonradan eski oyuncaklarla birlikte tozlu bir odaya kilitliyoruz. Oysa aynı masalı bir de büyüyünce dinlemek ne kadar da farklıdır. Bu canlandırma filmi yaparken, çocukluğumdan beri dinlediğim bu masalı senaryolaştırmanın böyle bir önemi vardı. Bu masal anneannemle dedemin bana anlattığı, ama yetiştikçe benim anlamlandırıp çoğalttığım, yorumlayıp başka kapılara ulaştığım bir masaldı. Hem benim gözümde biraz da anneannemle dedemin aşkının kendilerine mal ettikleri masallarıdır. Hatta belki en önemlisi budur. Her insanın da bir masalı yoktur çünkü. Bir yaşama bir “aşk” , bir “masal” sığdırmak bir şanstır. Yaşamı katmerlendirir. Anlatana da anlatılana da haz verir. “E, ge’ bari...” Bandırma kökenli yerel bir masal. Bazı ortak noktalarla benzerlerine Erzurum ve Çanakkale’de de rastladım. Bu tür sözel anlatımlarda motiflerin taşınabilirliği olgusu vardır.
Gölge Tiyatrosundan çıkışla Cut-Out Tekniği
Filmin tekniği, temeli çok eskiye dayanan cut-out tekniğidir. Canlandırma sinemasının ilk yıllarından da geriye, coğrafi olarak da doğuya, Asya’ya dayanan “gölge oyunu”ne kadar uzanabiliriz. Binlerce yıllık geçmişi olan gölge oyununun ilk örnekleri Hindistan’da görülmüş, Asya ve Türkiye’ye de oradan yayılmıştır.
Masal, sözel bir geleneğin mirası olarak kabul edilmektedir. Toplumumuzda sözel gelenek yakın zamana dek ağırlığını korumuştur. Ancak anlatımı desteklemek adına minyatür ve gölge tiyatrosu geleneğine de başvurulmuştu. Minyatüre göre gölge tiyatrosu daha çok halka seslenen, daha genel bir anlatım tarzı olarak gözde olmuş, kültüre damgasını vurmuştur. Metin And’a göre İslam dram yaratamamıştır, ilkeleri açısından tiyatroyla ters düşmektedir. Bununla birlikte Anadolu’da İslam’ın Türkler tarafından uygulanışı, esneklik ve hoşgörü tabanında, Arap ülkelerindeki anlayıştan çok uzaktır. Bu nedenle kültürümüzde gölge oyunu yer bulabilmiştir. Temelde görsellikten çok söze ve işitmeye dayalı olan toplumumuzda gölge oyunu gibi bir sanatın gelişmiş olabilmesinde bu sanatın Asya kaynaklı oluşu etkendir. Türkler, şamanist geleneklerden kopmadan İslamiyet’e geçmişler, şaman geleneklerini de her zaman devam ettirmişlerdir.
Gölge oyunu 1800’lü yılların sonlarına değin kendi türünde pek alternatifi olmayan bir gösterim olarak devam etti. Avrupa ülkelerinde daha çok kukla tiyatroları yaygındı o dönemde (İtalya’da 1800’lü yılların sonunda kurulan Sicilya Kukla Tiyatrosu, İngiltere’de yine 1800’lerden beri gelişim gösteren Punch ve İspanya’da Guignol Tiyatroları...aşağı yukarı aynı dönem).
1800’lü yılların Fransa’sında ilk canlandırma denemeleri ilk hareketli oyuncaklarla başlamıştı. Emile Reynauld bu serüvenin hem mihenk taşı hem de kendi trajedisinin kahramanıdır. Reynauld praxinaskop denilen aletle ilk canlandırma deneyimini yaşamıştı. Zoetrop ve praxinaskop gibi araçların kullanımı sanayi devrimine koşut olarak gelişen bir süreç ile bağlantılıydı. Oldukça iyi bir ivmeyle başlayan ilk canlandırma örnekleri Lumiere kardeşilerin 1894’de Paris’te ilk sinematograf gösteriyi yapmalarıyla durakladı. Reynauld’un tiyatrosuna olan ilgi giderek azaldı ve 1900 yılında tiyatro perdesini kapamak zorunda kaldı. Bu çöküntüyle Reynauld tüm araç gereçler ve filmlerle kendini Seine nehrine atarak intihar etti.
Ahmet Sipahioğlu diyor ki. “Eğer, Reynauld’un Optik Tiyatrosu Sinematografinin rekabetine dayanamayıp kapanmasa, ya da sinematografinen ortaya çıkışı daha ileri bir tarihe rastlasaydı, canlandırma tekniği belki de film kamerası dışında daha farklı bir kayıt ve gösterim yolu bulacak, bugünkünden çok değişik bir teknik yapı içeren daha özgün bir sanat dalı olmaya değin bir evrim gösterecekti.”
Cut-out filmin ilk örnekleri Alman animatör Lotte Reiniger tarafından yapılmıştır. Gölge oyunundan yararlanılarak canlandırılmışlardır. Cut-out tekniği, hareketli figürlerin kağıttan kuklalar olarak hazırlanıp, eklemlerinden birleştirilerek kamerada kare kare oynatılması temeline dayanır. Bu şekilde gölge oyunu geleneği, bambaşka bir teknik donanımla devam etmektedir. Cut-out başka animasyon teknikleriyle de birleştirilerek kullanılabilir. Canlandırma sineması, sinemanın bir alt kolu olarak görülmemelidir. Sinemanın görüntüleme yöntemlerini kullanan, hem en karmaşık hem de en anlaşılır apayrı bir sanat dalıdır. Çünkü hemen hemen bütün sanat dallarını tek başına içinde toplar, müzikten sinemaya ve tiyartoya, resimden heykele, hatta mimariden edebiyata... Bütün bu çeşitliliğin bir arada olabildiği tek sanat dalı budur. En çok da grafik sanatlar ve karikatürle bağlantısı vardır. Oğuz Aral, yazılı mizah nasıl edebiyatın fahişesiyse, grafik mizah da resmin fahişesidir diyordu. Canlandırma film de ne yazık ki sinema tarihi içinde çoğu kez es geçilen, çocuklara seslenen, ağırlığı olmayan bir tür olarak görülmektedir. Bu, yetişkin yazınının masallara yaptığı dışlamaya çok benzer. Bu da büyük şirketlerle klasik tekniklerle animasyon yapan sanatçıların dışında, bağımsız ve alternatif küçük bir grup kalmasına yolaçmaktadır.


Hiç yorum yok: