26 Şubat 2016 Cuma

Şifam doğadaymış...


Yılın en sevdiğim zamanları başladı. Kıbrıs'a bahar Şubat ayında gelir... Toprak ısınmaya, içindeki gizi yeniden doğurmaya başladı. Üstümüze çöken karanlığı dağıtmaya yeterli olur mu bilmem, yine de kulak verirsek bizi bir noktaya çekme ihtimali her zaman var... Biyomimikriye göre mentorumuz doğa olmalıymış. Bazen biz ona başvurmadan, içimizdeki görünmez bir iple bağlıymış gibi de bize yön verebilir doğa. Bazen de birden anlarsın, çorap söküğü gibi boşanır ip. Yakın bir zamanda, bir şifacı bana dedi ki "senin şifan doğada". İp çözüldü, ben anladım hep yapmaya çalıştığım şeyleri neden yapıyorum. Neden hep bir bahçenin hayalini kuruyorum, hep yeşiliklerin içine koşmak istiyorum, balkonu ve saksıları saplantı haline getiriyorum, toprağa attığım tohumlar yeşermemişse en büyük derdim o oluyor, hatta bundan dolayı kendimi hasta gibi hissediyorum... Lefkoşa'dan Girne'ye giderken, denizi görmeden önceki o son virajda, o dağlar bütün heybetiyle son kez karşıma çıktığımda içimden geçiriyorum "bu en sevdiğim manzara!"Şimdi de çiçekler, yapraklar, dallar, kabuklar, boş kovanlar, kozalaklar Doktora tezimi yazarken, uygulama çalışmam bir çocuk kitabıydı: "Arka Bahçedeki Evren". Yazdım ve resimledim... Bir çocuğun arka bahçedeki tek bir meşe ağacını keşif macerasıydı... İşte o zaman Doğadaki Son Çocuk'u okumaya başladım. Hacettepe Beytepe kampüsünde dört yılım geçti, dört yıl boyunca tohumlar topladım, kozalaklar, at kestaneleri, karayosunları, taşlar, kabuklar...Bilenler bilir, doğa açısından zengin bir kampüs olduğunu... 


Şimdi mi? Hala yapraklar, kabuklar ve taşlar topluyorum, çizerek not alıyorum. Doğa günlüğü, çok kafa yorduğumuz bir konu değil ama çevre farkındalığını geliştirmek ve kişisel gözlemle kayıt tutmak için önemli bir yöntem, onu yapmaya çalışıyorum. Yapamadığım, şu blogda paylaşmak. Belki onu da daha düzenli yaparım...

Hiç yorum yok: