31 Temmuz 2007 Salı

Tatil...



Tatil bitti ve biz döndük. Aslında bitmeden döndük sayılır, seçimlerde oy kullanmak için geldik geçen haftasonu. Ama 1 hafta bile iyi geldi. Eskiden İzmir'de yaşadığımız 10 küsur sene boyunca yılın 3-4 ayı tatil havasında geçerdi ve hiç bir zaman denize girmek için kısıtlı zamanlara sıkışmazdık. Her hafta sonu deniz zamanıydı. Babam emekli olduktan sonra haftasonu sınırlaması da olmadı... Ne güzel günlerdi. Hava kararana kadar yüzerdik.



Sonra Ayvalık'ta eski bir rum evine denk geldik, bayıldık... Orası evimiz şimdi. Artık Sarımsaklı'nın, Badavut'un, Cunda'nın sahillerini ezber ettik. Eski şeyleri severim. Şu çingene aynasında daha önce kim saçını taramıştı, ya da bu kapının kolunu kimler tutup açmışlardı yüz yıl önce...



Mübadeleden önce kimler yaşıyordu bu sokakta? Sonra bizimkiler nasıl geldiler Midilli'den... Yıllar önce Semih Kaplanoğlu'nun "Herkes Kendi Evinde" filminden çok etkilenmiştim. Aynı duyguyu bu kış Livaneli'nin "Leyla'nın Evi"ni okurken de hissettim. Bir yeri benimsemek, yuva yapmak üzerinde her zaman düşünürüm. Sonra kendi kayıtsızlığım gelir aklıma. Oradab oraya tayin olurken hiç bir evin evimiz olmamasını, buna rağmen neyse ki bütün lojmanların yapısının aynı olmasını hatırlarım. Hiç bir çocukluk arkadaşımın olmamasını buna bağlarım. Belki bazıları şikayet edebilir bundan ama ben şikayet etmem. Bu hareketlilik sayesinde şimdi nereye gitsem hemen adapte olurum. Belki aşık olmamın dışında bu rahatlığımdır beni hiç tanımadığım Ankara'ya getiren şey. Bu nedenle güzelim İstanbul'uma bile pek bağlı değilimdir. Kişilere ve objelere bağlanırım işte tam da bu nedenle. Evlere değil. Yine de Ayvalık'taki mütevazı evimizin yeri yüreğimde başka.

1 yorum:

k.i.s.d. dedi ki...

Tesadüfen buldum blogunu, tesadüf diye bir şey varsa tabii:)

Hikayem seninki gibi, örselenmiş bir aidiyet duygusu, göçler... göçler... ne demek istediğini biliyorum dedim okurken.

Sevgiler.